GENÇLERLE SOHBET(3)
BAŞARI/ BAŞARISIZLIK
Sevgili Gençler,
Bir gence göndermiş olduğum, başarılı ve başarısız kimselerin halleri üzerine sıralanmış satırlardan ibaret olan sözcüklerin bulunduğu mail’in, çıkış yerini bilememekle beraber, tartışılabilecek yönleri olduğunu söylemeliyim. Bizler okuduklarımızın esiriyiz. Genellikle insanlarımızın okudukları karşısında aldıkları tavırları, üç kategoride mercek altına yatırabiliriz.
1-) Birincisi, okuduğu her şeyi doğru kabul edenlerdir.
2-) İkinci grup kimseler, okuduklarının yanlış olup olmadıklarını araştırma ihtiyacını hissedenlerdir.
3-) Üçüncü gruptakiler de, her okuduğunu inkar ederek, her şeye bir kulp takarak, okuduklarının yanlışlığının mutlak olduğuna kanaat getirenlerdir.
Bu çerçevede başarılı ve başarısız kişilerin durumlarını belirten bu yazının, açıklaması mahiyetindeki satırlarım aşağıdadır.
Bana gönderdiği mail'e yazdıklarının altında bir cümle:
“İyiler Mutlaka Kazanırlar.”
Bunun anlamının derinliğine inmek için, bu söz içerisinde gizli güzelliklerin neler olduğunu bilmek gerekir. Zira bilinmesi gereken, bu söz içerisindeki güzel manalardır. Bu sözün bu günlerde ve tabii olarak daha sonraki günlerde de, tatbikattaki açılımı farklı olacaktır. Anlayışlar değişmiş; güzellikler kaybolmaya yüz tutmuşken, iyiliklerin kaybedilmemesi mümkün müdür? Her güzellik tekrarlandıkça güzelliğini muhafaza eder. Sonsuza kadar tekrarlanmayacak güzelliklerin bilinmesi; yaşanmadığı için, güzel duygu ve düşüncelerin, insanlar arasında yer bulması, mümkün görünmemektedir.
Günümüzde iyiliklerin karşılığı alınamamaktadır. Zira iyilik yapanların muhataplarının, iyiliğin ne olduğunu bilmeyenlerden oluşması sonucu; iyilik peşinde koşanlar, güzelliklere imza atmak isteyenler, devamlı dışlanmaya, yaptıklarının nerede ise yanlış olduğu vehmine kapılmaya müsait hale getirilmişlerdir.
“Deliye kırk gün akıllı dersen, akıllı olur” sözü, tekrarlanan sözün ne kadar tesir icra edebildiğini göstermesi açısından önem arz eder. Kötülükler yüzeye çıktıkça, iyiliklerin kaybolmaya yüz tutmasının sebebi, kötülüklerin tekrarlanması suretiyle, iyiliklerin baskı altında kalması olsa gerektir. Aksini düşünürsek, baskı altına alınan her hangi bir duygu veya düşüncenin, hiçbir zaman kaybolmayacağı varsayımını kabul etmemiz gerekir. Bu kesinlikle yanlış bir hipotez olur; zira belli süre sonunda, kaybolmaya direnen güzellikler de, devamlı baskılanmaları sonucu, artık yüzeye çıkamaz hale gelmek durumunda kalacaklardır. Yüzeye çıkma şansları kaybolacaktır.
Bunları yazdıktan sonra, iyilerin mutlaka kazanmasının, bu günlerde, tersine döndüğünü görmek garip gelmemelidir. Başarılı ve başarısız kimselerin hallerini, tatbikattaki olaylarla tartışmamız(münazara etmemiz) gerektiğine inanıyorum.
“ Başarılı kişiler kendi hayatlarını kontrol ederler,
Başarısız kişiler ise hayatın kontrolündedirler.”
Bu iki cümlede yanlış olanı görmemiz gerekir. “Hayatın kontrolünde olmayan var mıdır?” sorusuyla, yanlışa parmak basabiliriz. Herkes hayatın kontrolünde ise, başarılı ya da başarısız olmamızda hayatın kontrolü söz konusu olmamalıdır. Zira hayat, herkesi kontrol ettiğine göre, başarılı ya da başarısızlığın, başka faktörlerin araya girmesiyle oluşabileceğini söyleyebiliriz. O halde yanlış olan nedir? Yanlış olan “hayatın kontrolündedirler” ifadesidir.
(Tabii bu benim düşüncemdir. Kesin olarak doğrudur mantığı ile yazmama rağmen, bir farklı açıdan inceleyip, irdeleyen kimse de, bu ifademi yanlış bulabilir. Olabilir. Buna da saygı duyarım.)
“Başarısız kişiler ise hayatın kontrolündedirler.” ifadesini değiştirerek; “Başarısız kişiler ise başarısız kimselerin kontrolündedirler.” ifadesi ile, daha doğru bir mantıkla hareket ettiğimizi söyleyebiliriz. Zira çevrenize bakınız, başarısız kimselerin % 95’i (bu yüzde benim görüşümdür. Farklı yüzdeler verebilecek olanlarda bulunabilir.) başarısız kimseleri kurtarıcı olarak seçmişlerdir. Başarılı kimselerle işbirliği/ el birliği edenlerin başarısız olmaları mümkün değildir. Elbette hiç kimse başarısız kimselerle işbirliği, el birliği etmek istemez. Neden? Başarılı gördükleri kimselerden emin oldukları için, işbirliği ederler. O kimseye inanmışlardır. Başarılı olacağına kesin gözü ile bakmaktadırlar. Ancak kendi gözlükleri ile değil de, bir diğer eşin/ dostun/ uzmanın gözü ile bakabilselerdi, başarılı gördükleri kimselerin, gerçekte başarısız oldukları, ancak bu başarısızlığı, kendisine başarılı diyenlerin göremeyeceği gerçeği ile açıklayabilirlerdi.
Diğer taraftan insanların bir kısmının başarısızlığı yaşamaları, başarısız kimselerle işbirliği etmeleri gerekir. Kendilerinin başarılı saydığı, fakat tarafsız gözlemcilerce başarısız bulunan bir kimsenin gerçek yüzünü, başarısızlığı yaşadıktan sonra anlayabilenlerin sayısı oldukça fazladır. Bu nedenle de, başarı/ başarısızlık, yaşanmadan öğrenilemez.
Burada önemli olan husus, belki de en önemlisi, başarılı kimselerin nasıl seçileceğidir. Herkes başarılı/ başarısız kimseleri ayırt etme şansına/ kabiliyetine sahip midir? Asla değildir. Öyle olsa idi, ütopik bir düşünce olarak, herkesin başarılı olması gerekirdi. Bu hayatın içerisinde, irademiz dışında gelişen olayları dikkate aldığımızda, hiç kimse için mutlak başarı/ mutlak başarılı olanları seçebilme söz konusu değildir. Çok başarılı iş adamlarının bir gecede sıfıra inmeleri az görülen hallerden değildir. Olabildiğince fazladır da diyebiliriz. Örneklerini gördüğümüz küresel krizde, çok başarılı kimselerin, sıfıra indiklerinin varlığı bilinmektedir.
Demek ki, başarı için öncelikle başarılı kimselerle işbirliği, el birliği, kader birliği etmemiz gerekmektedir.
“Başarısız kişileri kontrol eden en az bir insan vardır.
Başarılı kimseler buna izin vermezler.”
Yukarıdaki sözün doğru olduğu söylenebilir. Ancak bazı kimselerin hiç kimsenin tesirinde kalmadan, kendi başlarına karar verdikleri, kendisinden başka hiç kimsenin fikrine uymamak için hayatı boyunca direndikleri bir gerçektir. Bu kimseler için başarısızlıklarında bir başkasının tesirini düşünemeyiz. Sözün doğru olan tarafı ise, diğer kimselerle danıştığı, görüştüğü halde, sıra iş yapmaya geldiğinde, doğru ortağı/ danışmanı bulamayan kimselerin başarısızlıklarında rol oynayan bu yanlış seçimin göz ardı edilmemesi gerektiğidir.
“Başarılı kimseler problemlerini çözerler.
Başarısız kimseler ağlar, sızlar, şikayet ederler.
Problemlerini çözmek için bir şey yapmazlar.
Bir şey yaptıklarına kendilerini ikna ederler.”
Bu cümlelerden alınması gereken ders:
Sebeplere sarılmayanların neticede başarılı olamayacaklarıdır. Bu çerçevede, kendimize sorular sorup; cevaplarını yine kendimiz vererek; başarılı olup olamadığımızın sebeplerini, öncelikle, en yetkili ağız olan, kendimizden duymamız gerektiğine inananlardanım. Zira öz eleştiri denilen(ya da eski ifade ile “hayat muhasebesi” olarak ifade edilen), ve insanların en doğru tespitlere ulaşmasını sağlayan, işte bu kendini sorgulama yöntemidir.
Geçmişte, bilhassa küçük yaşlarda, her çocuğun yaptığı, başarısızlığa karşı bir savunma yöntemi vardır ki, bu yöntem, öncelikle başkalarına başarısızlığın sebeplerini yükleme politikasının uygulanmasıdır. Tutmaz ise, diğer savunma sebeplerine sarılarak, başarısızlığının kılıfını uydurma gayretleri, herkes tarafından bilinmektedir. Yetişkinlerde de başarısızlıklar karşısında, bu tarz savunma mekanizmalarına sarılma ihtiyacı, görülebilir. Bu nedenle, başarısızlığa düşenin, başarısızlık nedenlerinde kendilerinden başka unsurları araya sıkıştırma gayretleri, bir taraftan da insanların mayasında ki bir zaaf olarak ortaya çıkar.
“Başarılı kimseler kendilerine daha iyi bir hayatı layık görürler.
Başarısız kimseler sahip olduklarına bile layık olmadıklarını düşünürler.”
Burada doğru olan, başarılı olanların, başarılarının mükafatını, “daha iyi bir hayatı kazanabilmek için” çaba sarf etmekle sağlanabileceğinin bilincinde olduklarını ifade etmesi açısından önem arz eder. Başarısız kimselerin sahip olduklarına layık olmadıklarını düşünmeleri ifadesi ise yanlış bir kanaattir. Zira başarısızlığına kılıf arayan başarısız, başarısız olduğu halde, “bir şey yaptıklarına kendilerini ikna çabalarının olması” çelişkili bir durumu ortaya koymaktadır. Doğrusunun ne olduğuna gelince, başarısız olan kimsenin mutlaka başarısızlığına kılıf arayıp; mazeretler bulacağı gerçeğidir.
“Başarılı kimseler seyredilenlerdir.
Başarısız kimseler seyredenlerdir.”
Burada tamamen doğrulanabilecek bir ifade mevcut olup; her zaman da bu böyle olmuştur. Başarılı kimseler seyredilen, imrenilen, gıpta edilen kimseler olarak, insanlar arasında, yerlerini almışlardır.
Denilebilir ki, insanların başarıları, sebeplere sarılmakla gündeme gelebilir. Sebeplere sarılmadan, geleceği planlamadan başarı mümkün görünmemektedir. Bu nedenle yapılacaklar çok basit ifadeyle, öyle pek fazla karmaşık kombinasyonlardan ibaret değildir. Sadece yapılacakların zamanında ve zemininde(ortamında) yapılması gerekmektedir. İnsanların zamanında tedbirlerini almamaları sonucu, trenin kaçması, fırsatların değerlendirilememesi söz konusudur. Fırsatları değerlendiremeyenler, daima, başarısızlıklarının nedenlerini diğerlerinde arama hastalığında olduklarından, kendilerinin kaçırdıkları fırsatların olabileceğinin bile farkında olmadan, yaşantılarına devam ederler. Bu nedenle başarının sırrı:
1-) Hadiselere zamanında müdahale etmek ve zamanında işleri rayına oturtmakla başarının anahtarı elde edilmiş olur.
2-) Hadiselerin ortamının bulunması ile faaliyete/ hareketlere başlanmalıdır. Çoğu zaman, geciken işlerin sonunun alınamayacağı akıldan çıkarılmamalıdır.
3-) Zaman ya da zemin seçilmiş olabilir; ancak iş yapacağınız çevreyi seçemezseniz, yine sonu hüsranla bitecek başarısızlıkları kazandınız demektir. Çevrenizde bulunan ve sizi daima engelleme çabasında olanların(bilerek ya da bilmeden), sizi engellediğini göremezseniz, başarabileceğiniz işleri de elinizden kaçıracaksınız demektir.
Tüm yazdıklarım çerçevesinde elinizde kalan güzelliklerin ne olduğuna bakınız. Bu arada bazı kimselerden kazık yemiş olabilirsiniz. Bazı işleriniz ters gitmiş olabilir. Ancak sizin huzurla yaşamanız için, “yaşama prensipleri” denilen, “karakterinizin işlerinize yansıması” şeklinde açıklayabileceğimiz, yaşama tarzınız ile, neticesi ne olursa olsun güzelliklere imza attığınıza inanabiliyorsanız; ne mutlu sizin gibi huzurla yaşayanlara. Ne mutlu kimseyi kırmadan, dökmeden ömrünü tüketenlere.
Bu arada özellikle belirtmek istediğim, diğer insanlarla münasebetlerde, öyle bir duruma geldik ki, kimsenin kimseye itimadının olmaması gerektiği ifade edilebilir hale gelmiştir. Kimse kimseye doğru gözle bakamaz hale gelmiştir. Herkesin birbirine bakışlarında, mutlaka gizli manaların olduğu vehmine kapılarak yaşamak durumunda kaldığımız gerçeği de, yabana atılabilecek bir husus değildir.
Doğrularla ve huzurla yaşamak herkesin, her kesimin görevi/ sorumluluğudur. Bu bilinçle yaşama sonucu, hiç kimsenin muzdarip olmayacağı, başının dik, gönlünün rahat ve etrafındakilerle huzurlu olacağı gerçeğini, unutmamalıyız.
Sağlıklı, mutlu günler sizlerin olsun. Saygılarımla… 14.06.2008