GENÇLERLE SOHBET(2)
ŞAHSİYET KAZANMA
Sevgili gençler! Sizler gelişme çağınızın başlangıcından itibaren kendinize sorular sorup; cevaplarını bulmaya çalışmaktasınız. Olaylar karşısında nasıl davranacağınızın bilincine ulaşmak üzere, zihniniz devamlı meşgulken; soruların ardı arkası kesilmemektedir. Bu sorularınızın cevaplarını bulmak üzere, ailenizle/ akrabalarınızla/ arkadaşlarınızla sohbetleriniz, hatta onlarla kavgalarınız hiç eksik olmaz. Devamlı bir şeylere ulaşma gayretlerinizle, büyüme çağınız gelir. Bütün bu zaman zarfında “şahsiyet” denilen ve bedeniniz üzerinde sizinle birlikte, hayatınızın sonuna kadar taşıyacağınız, göze göstermelik ifade ile “kılıf” diyebileceğimiz, bir “hayat tarzı toplamı kılıf/ şahsiyet” sizin üzerinize yerleşir ve sizinle birlikte, kazanılmış olaylar zinciri şeklinde, yaşantınızın sonuna kadar, bir yol arkadaşı hüviyetinde, sizlere yön verir.
Bu şekli ile şahsiyet, sizleri mutlu veya(üzülerek söylemeliyim ki) mutsuz da edebilecek bir yapıda, ömrünüz boyunca yanınızdan hiç ayrılmayacak yol arkadaşınız olur. Bu arkadaşlığınızı sizler, yavaş yavaş, zamanla kazandığınız için de, sanki sizin öz malınızmış gibi, sizden ayrılmaz bir parçaymış gibi, kabullenirsiniz. Daha doğru ifade ile, kabullenmek zorundasınızdır.
Bu şekli ile, şahsiyetiniz, sizden hiç ayrılmaz bir konuma gelir ve ömrünüz boyu sizinle birlikteliğini hiç bırakmaz. Bırakamaz. Sizden hiç ayrılmaz. Ayrılamaz. Siz de ondan ayrılamazsınız. Zamanla size uyduğunu gördüğünüz şahsiyetinizi, siz de terk etmek istemezsiniz. Genel olarak terk edemezsiniz de. Zira zamanla kazandığınız öz malınız hüviyetine bürünmüştür.
Şahsiyetinizin teşekkül etmesi esnasında, sizlere tesir eden unsurların, dış/ iç etkenlerin varlığı, sosyal çevre içinde yaşayan tüm insanlar için geçerlidir. “Ben şahsiyetimi herkesten bağımsız kazanırım” diyen yanılır. Zira insan sosyal bir varlıktır. Hiç kimse dağ başında yalnız yaşayamaz. Yaşamak isteyenler olabilir. Ancak onlara da tüm insanların söyleyeceği/ onu nitelendirecekleri, tek kelimelik bir söz vardır ki, o da, “yabani” kelimesidir. Evet! İnsanlar ailesinden/ akrabalarından/ komşularından/ tek kelime ile, sosyal çevreden koptukları sürece, yabani sözüne muhatap olacak duruma gelirler. Bu ellerinde olan bir şey değildir. Bir kısım insanlar ellerinde olmadan bu kelimeye muhatap olurlar. Gerçek hayatta da bu böyledir. Toplumdan uzak yaşamış insanların, toplum içine çıkamamalarının sebebi, insanlardan uzak yaşamış olmalarının bedelidir.
Toplumdan uzak yaşamayı alışkanlık haline getirenler, bir müddet sonra, herkesin kendinden uzaklaştığını ifade eder hale gelirler. Toplumdan uzak yaşamalarının bedeli olduğunu da idrak edemeyebilirler. Netice itibariyle, herkesin kendinden uzaklaştığını ifade etmeleri, işin kolayına kaçıp, suçlu arama psikolojisine girmeleri sonucudur.
İnsanların diğer şahıslar ile olan münasebetlerinde, kendilerine yapılan yanlış hareketleri hazmedememeleri, kendilerince, bu yanlışların sadece kendilerine yapılıyor olduğunu zannetmeleri sonucudur ki, bu insanların, toplumdan uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Toplumdan uzaklaşanlar bir bahane olarak, insanların kendilerine karşı yaptıkları hareketleri ileri sürebilmektedirler. Aslında, tüm insanlar bir diğerinden muzdarip olarak yaşadığı içindir ki, kavgaların, çekişmelerin ardı arkası kesilmemektedir. Hal böyle iken, bir kısım gençlerin, sanki hareketler yalnızca kendilerini hedef alıyormuş gibi hissetmeleri; onları topluma karşıymış durumuna düşürmekte; toplumdan, insanlardan uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Tüm insanlar birbirlerine karşı saygılı ve sevgili olsalardı, hiçbir cemiyette, hiçbir toplumda, hiçbir devlette insanlar muzdarip yaşamayacak; ya da yaşamak zorunda kalmayacaklardı.
Gerçek hayatta olaylar, istediğimiz gibi ortaya çıkmamakta, istediğimiz yönde gelişmemektedir. Hayatın akışı içerisinde, şahsiyetimizi kazanırken, olayları sadece kendi gözlüklerimizden seyretmemeyi öğrenebilme bahtiyarlığına ulaşmamız gerekir. Bu bahtiyarlığa ulaşma durumunda, diğer insanlarla olan münasebetlerimizde, insanların yanlışlarını anlayabilecek konuma gelebilme şansını elde ettiğimizi bilmeliyiz. Bu şansı elde edememişsek; “neden insanlar sadece bana karşı” diye sorularla ömrümüzü tüketir dururuz. Zira insanların bizi anlamadığı duygu ve düşüncesine kapılarak; herkesten kendilerini anlamalarını beklemekle ömrümüzü tüketiriz. Bilmeliyiz ki, hayatın acı taraflarından biri de, her zaman karşımıza bizi mutlaka anlayabilecek insanların çıkmayacağı/ çıkamayacağıdır. O halde olması gerekenin, sadece karşı tarafın bizi anlamasını beklemek değil; biraz da bizlerin karşı tarafı anlamaya gayret göstermemizin zorunlu olduğunun farkına varabilmemizdir.
Demek ki, öncelikle hayatı anlamak, yaşantının genel kurallarının bilincine varmak gerekmektedir. Bu bilince varmadan, yapılanları açıklamamız mümkün olamayacağından, hayatımızı kendimize zehir etmekle ömrümüzü tüketir hale geliriz. Bu durumda yaşantımız çekilmez hal alır. İnsanlardan uzaklaşırız. Yalnızlığa kendimizi mahkum eder duruma düşeriz. Bu hareket tarzı, bazı zamanlar, bazı kimselerde isteyerek meydana gelir. Bazı kimselerde ise, elde olmadan ortaya çıkan, bir yaşam tarzı bozukluğu olarak karşımızda boy gösterir.
Yaşantının genel kurallarının bilincine varma durumuna, ulaşmamız gereken bir yükseklik, ulaşılması gereken bir yücelik gözü ile bakabiliriz. Bu bilinç, ulaşılması gereken bir yüksekliktir.
İnsanların yapılarını anlamak bir meziyettir. Bir güzelliktir. Siz bu güzellikleri kazanmaya gayret etmeden, yaşantınızı devam ettirebileceğiniz vehmine/ yanlış değerlendirmesine/ kuruntusuna kapıldığınız sürece hayatı anlamanız, hayattan zevk almanız mümkün görünmemektedir.
Çevrenize bakınız! Hayatı anlayan ve mutlu olan insanlarla doludur. Bu kimseler hayatın gerçeklerini bildikleri için, olayları/ kendilerine yapılanları, olduğu gibi kabul etmek suretiyle, yaşantılarını zehir edebilecek olaylardan uzaklaşarak; kendilerini, ailelerini, çevrelerini, mübalağa etmeden söyleyelim ki, tüm insanlığın huzurunu sağlama yönünde adım atmış olmaktadırlar. Meşhur sözdür:
-Köpekle dalaşmaktansa; çalıyı dolanmak evladır/ daha doğrudur. Bu sözde saklı olan asıl mana, insanların yanlışlarla boğuşmasının doğru olmadığıdır. Diğer bir ifade ile, yanlış yerlerde, yanlış kimselerle bulunmamanın daha doğru olacağı genel kaidesinin, ata sözü olarak ifadesidir.
Bir insanın huzuru, tüm insanlığın huzuru gibi nitelendirilebilir mi? Bence evet! Nitelendirilebilir. Zira genel olarak bir kaideyi koyduğunuzda, o kaideye uyumun tüm insanlarda hayat bulduğunu düşünmek, güzelliklerin mayasının tuttuğunu görmek gibidir. İnsanlar genel olarak kaidelere uymak suretiyle güzelliklere ulaşabilirler. Kuralsız, kaidesiz yaşanılan tüm hayatların, harcanmış hayatlar olduğuna, yıllar yılı şahit olunmuştur. Çevrenize bakmasını bilebiliyorsanız; bu yazdıklarımın da doğruluğunun örneklerini göreceksiniz demektir.
Şahsiyetin kazanılmasında, çevrenizden aldıklarınızın önemini belirttikten sonra, bu alınan yaşantı şekillerinin doğruluğu/ eğriliğini bulmak, insanların kendilerinin geleceklerine, sağlam temeller üzerinde, sahip çıkmalarının en önemli şartlarından biridir. Asıl başarılması gereken, aslında, en zor olan da, insanın geleceğine sahip çıkma duygusudur. Bu, zor olan, geleceğe sahip çıkma duygusunun adını koymak gerekirse; bu duyguyu, “toplumda yer bulma sanatı” ya da “şahsiyet kazanma sanatı” olarak değerlendirebiliriz.
“Yanlış örnekler örnek teşkil etmez.” mealinde bir söz vardır. Doğrudur. Yanlış olan örneklere bakarak şahsiyet kazanmaya çalışmak, biraz safça/ biraz yanılgılı bir hareket tarzı olarak değerlendirilebilir. Zira insanlar, gelişme çağlarında bir kısım insanların hareket tarzlarına hayran olurlar ve o insanların yaşadıkları her olay, kendilerini takip edenlerce de önemlidir. Gölgeleri olmak istercesine, birçok insanlar bu kimseleri örnek alırlar. Bu örnek almada belli kaidelerin öncelikle bilinmesi, büyük faydalar sağlar.
Örnek alınan kişinin, örnek teşkil ettiği hususta, kimlere menfaat sağlayacağı, kimlerin bu örneklerden faydalanacakları inceden inceye araştırılmalıdır. Zira örnek alan kimsenin, ileride bu menfaat çevrelerine hizmetleri kaçınılmaz olacaktır. Yanlış örneklerle, yanlış yerlere hizmet, akıl sahibi insanları, bir müddet sonra çıkmaz sokaklara sokacak duruma getirebilir. O zaman bunalımlarla geçecek günlerde, ne örnek aldıkları kimseleri, ne de yandaşlarını, ya da örnek kişinin etrafındaki menfaat sağlayanları yanlarında bulamayacaklardır. Kendilerini adadıkları kimselerin, geçen ömür treninde, hiçte hoş olmayan şekilde birilerine menfaat sağlamakla, birilerinin semirmelerine sebep olduklarını görmekle uğrayacakları hayal kırıklığına, ilaç olabilecek bir dost, ya da bir yandaş bulamayacaklardır. Bu halde hayal kırıklıklarının da, çok büyük boyutlarda olabileceğini tahmin etmek, fazlaca akıllı olmayı gerektirmemektedir.
Tüm bu yazılanlar çerçevesinde, şahsiyet kazanmanız esnasında, örnek alacağınız ideal kimseleri bulmaktaki maharetiniz, size ömür boyu güzellikleri, ya da ömür boyu yaşamak zorunda kalacağınız hayal kırıklıklarını getirecektir. Bu durumda şahsiyetinizin teşekkülünde, sizin istediğiniz hayat tarzınızın seçimi önem arz eder. Bu hayat tarzınızı, gençlik yıllarında, henüz çok toyken, daha doğru ifade ile, başınızda kavak yelleri eserken, seçmek zorunda kalmanız, sizin yanlış yollarda yürümenize sebep olabilecektir. Bu durumda seçimlerinizi yapmadan önce, hayatı sizden en az 20 yıl/ 30 yıl önceden yaşamış ve tecrübe kazanmış büyüklerinizden, onların tecrübelerinden faydalanarak seçmeniz durumunda; kazandığınız şahsiyetinizin daha oturaklı, daha ayakları yere basan şekilde seçildiğini görerek, sizlerde memnun olacaksınız. “Ne ise ki, büyük sözü dinledim” diyebileceksiniz. Burada bir kez daha belirtilmesi gereken husus:
Annelerinizin/ babalarınızın/ genel anlamda büyüklerinizin, hiçbir zaman sizleri yanlış yönlendirmek istemeyecekleri tespitinin doğruluğuna şahit olabileceğinizdir.
Seçimleriniz gönlünüzce olsun. Saygılarımla… 11.06.2008- 19:05