YERLİ MALI, YURDUN MALI
Gazetelerde okuyoruz; özelleştirmelerin geldiği boyutları görüyoruz. Bir milletin, millet olabilme harslarından (kültür birikiminden) biri de, yerli malı kullanmasıdır. “Ne biçim ifade, yerli malı kullanmayan milli değil midir?” diyebilecek yapıda bir sürü insan çıkabilir. Normaldir. Her milletin içinde milli kelimesini içine sindiremeyen insanlar olabilir. Ancak bu kimselerin yerli malı kullanma konusunda allerjik yapıya sahip olmalarının türlü sebepleri vardır. Bu sebepleri sıralamanın yeri/ sırası değildir. Ancak en belirgin sebeplerden biri yerli mallarda görülen kalitesizliktir. Bu sebebin hiç kimse tarafından göz ardı edilemeyeceğini söyleyebiliriz.
Bir milletin sanatkarları, sanatlarının icrasında, kalitesiz çalışmayı öne çıkarmışsa; ya da fabrikatörlerin ürettikleri mallarda, kalitesizlik insanların canını yakıyorsa ve buna karşılıkta, yabancı mallarda kalite son derece yüksekse, o zaman “yerli malı kullanırım” diyebilecek insanların sayısı yok denecek kadar az miktarlara düşecektir. Bunu bilmek için de alim/ bilgin olmaya gerek yoktur. O halde yapılması gereken, “yerli malı yurdun malı, herkes bunu kullanmalı” derken, kalitenin ön plana çıkarılmasının önemi, her üretici tarafından, kesinlikle bilinmelidir. Böyle bir cümleyi yazmaya bile gerek yoktur. Zira her üreticinin, her sanatkarın, yaptığı işin kalitesinden emin olması, tek kelimeyle, insan olan herkesin görevidir. Aksi takdirde yaptığı işi kendi beğenmeyen bir kimsenin, başkalarına ürün satabilmesi, yaygın tabiriyle üçkağıt, düzenbazlık, hilekarlık gibi sıfatlarla ifade edilebilir.
Düşününüz ki, insanlar yerli malı kullanalım diye gayret gösterirken, kazancının artması için türlü yan yolları bulmaya, buluşturmaya çalışan üreticilerin/ imalatçıların bulunabileceğini düşünmek, tüylerimizi diken diken etmektedir. Zira bu tür yaklaşımla, kazançlarını katlamaya çalışanların niyetleri, memleketimizin insanlarına iyiyi vermek değildir. Asıl gayelerinin, kalitesiz kötüyü sunmaları, bu yolla(maliyetlerinin düşüklüğü nedeni ile) kazançlarını artırmayı hedefledikleri ve kendi şahsi menfaatlerinin, herkesin menfaatlerinin üzerinde görülmesi sonucu, aşırı kazançların, insanların sömürülmesine sebep olacağı bilinmektedir.
Genel kaide olarak yerli malı kullanmamız sonucunda, olumlu birçok konunun gündeme geldiğini görürüz. Yerli malı kullanma ile, her dalda üretimlerin artması, memleketimizde iş bekleyen milyonlarca gencimizin iş bulması, dışa gidecek paraların ülkemizde kalması gibi neticeler doğurur ki, bu durumda memleketimizin kalkınması söz konusu olur. İşsizliğin azalması gündeme gelir. İnsanlarımızın hayat standartlarının yükselmesi kaçınılmazdır ki, netice itibariyle, insanlarımız daha mesut, daha huzurlu olurlar.
Düşününüz. İşsizlik nedeni ile çocuğuna okul harçlığı veremeyen bir babanın
(aklıma geliverdi. Burada tarifi yapılan baba, çalıp çırpma duygu ve düşüncesi olmayan babalardandır. Çaresiz kalması da bu nedenle söz konusudur. Aksi durumlarda, para mı gerekli, hemen buluveren; oradan buradan çalıp çırpıveren babalar, burada, konumuz dışındadır.)
durumunun, ne kadar zor olduğunu düşünebiliyor musunuz? Sorumu bu şekilde sorarken, bu durumu yaşamayanların düşünebilmelerinin çok zor olduğu kanaati ile soruyorum. Nereden nereye demeyiniz. Bir kere daha olayın bu şekilde müşahhas(gözle görülebilir) halde verilmesinin nedeni, memleketimizde bolca bulunabilecek, maddi sıkıntıda olan bir babanın zorlandığının, göze sokarcasına, özetlenmesidir.
Kaliteli yapılan ürünlerin piyasalarda dolaşması neticesinde, herkes tarafından kullanılan yerli malların, makro planda, yukarıda tarifini verdiğim, muzdarip insanların yavaş yavaş yok olmasına, insanlarımızın mutluluklarının artmasına vesile olacağı düşüncesindeyim.
Yerli malı kullanmak bu kadar önemli midir? Evet! Bu kadar önemlidir. İktidarlar yatırım yapmasa; mevcut işyerleri üzerine işyerleri ilave edilmesi meselesi gündemden kaldırılsa; ancak, herkes yerli malı kullansa, yine de yerli malı kullanmanın önemi gündemde kalır mı, insanların hayat standartları artar mı diye sorulabilir. Evet! İnsanların yerli malı kullanmakla hayat standartları arasında bir paralellik vardır. Bunu mübalağa sanatını kullanarak verelim:
(Bazı zamanlarda mübalağa sanatını kullanarak düşünmenin fayda sağladığına inanıyorum. Her konuda mübalağa sanatını kullanınız. Göreceksiniz ki, fikren/ düşünce itibariyle, yapacağınız bir kısım faaliyetlerden hemen vazgeçtiğinizi göreceksiniz. Sebebi gayet açıktır. Her konuda insanların isteklerinde bir işba noktası/ doyum noktası vardır. O noktaya fikren de olsa, gelindiğinde, insan daha fazlasını istemez. Arzu etmez. Hemen isteklerinden vazgeçtiğini görüverir. Zira doyum noktasına gelmiştir. Dünyalar kadar çok mal isteyen bir kimseye, harcayamayacağı kadar çok para verdiğinizi farz ediniz(varsayınız). Bir müddet, ne oldum delisi gibi harcama yapacak; ancak ilerleyen zamanlarda, hesabını bilmediği kadar çok para, onu sıkmaya başlayacaktır. Bu kadar çok paranın kendisini çeşitli sıkıntılar içerisine çektiğini düşünmeye başladığı andan itibaren de, bu kişide, bu kadar çok paranın mutluluk vermediği kanaatinin geliştiğini, maddiyatının olmadığı günlerinin özlemini çekmeye başladığını, tespit edebiliriz.)
A memleketinde herkes yerli malı kullanıyor. B memleketinde hiç kimse yerli malı kullanmıyor. A memleketinde tüm üretim kollarında, harıl harıl çalışmalar devam etmek zorundadır. Zira ürün yetiştirilmesi söz konusudur. B memleketinde ise, çalışanlar kimlerdir? Elbette ithalatçılar. İthal ürünleri getirenlerdir. B memleketinde tüm yerli sanayi kolları iflas edecektir. Doğru mu? Doğru. Ürettiklerini iç piyasaya veremediler. İhraç(dış satım) da olmadığından; tüm üretilenler elde kalacak mıdır? Kalacaktır. Bu durumda işsizlik had safhaya ulaşacak mıdır? Ulaşacaktır. Zira ithal ürünlerin tamamı satılırken; yerli mallar hiç satılmayacak; üretim hatları her ürün dalında, zamanla duracaktır. Mübalağamızın neticesinde, “yerli malı kullanmamız gerekir” hükmüne varabildik mi? Evet! Bence ve “memleketim kalkınsın” diyenlerce, bu hükme varabildik.
Tabiidir ki, “Yerli malı kullan” demek; “yatırım yapmayınız, istihdamı artırmayınız” demek anlamına gelmez; gelemez. Bunu söylemek mümkün değildir. Ekonomi kurallarına aykırıdır. Her gün artan nüfusunuzu besleyebilmek için, artan nüfusla orantılı olarak yatırımlarınızı gerçekleştiremezseniz; bir müddet sonra memleket olarak tıkandığınızı görürsünüz. Zira artan nüfusunuza yetecek kadar iş sahası açmadınız. İşsizler ordusu her geçen gün devleşti. İşsizlik, insanların canını ve hatta boğazını sıkan bir canavar haline geldi. Bu durumda, yapılacak olan, elde bulunan mevcut varlıkları “sat yabancıya” sloganıyla elden çıkarmak değildir. Böyle bir durum, memleketin parça parça satılmasına sebep olacaktır. Senin memleketini savaşla ele geçiremeyenler; para ile ele geçirirler. Memleketinin insanlarına savaşta diz çöktüremeyenler; sermayeleri ile köle yaparlar. Diz çöktürürler. O halde uyanık olmak gerekmektedir. Tek bir kuruşluk yatırım yapmadan memlekete gelen tüm yabancı sermaye sahiplerini, yavaş yavaş kovabilecek siyasi kadroların oluşturulmasına başlamak gerekmektedir. Aksi takdirde, bu memleketi köleleşmekten kimse kurtaramayacaktır. Küreselleşme tüm hatlarıyla ve belirgin olarak ortaya çıkacaktır.
Düşününüz ki, bir firma fabrikalar kurmak üzere memleketimize geliyor. Tamam! Bu firma kim olursa olsun:
-Arazi veriniz(hortumlatmadan ve de "mülk devletindir" kaidesini koyarak, satılan arazilerin mülkiyetine sahip çıkarak; aynen Avrupa’ da uyguladıkları gibi uygulamayla arazi veriniz).
-Vergi muafiyeti(ayrıcalığı) tanıyınız.
-Teşviklerle yatırımın memleketimizde yapılmasını isteyiniz. Ben de sizinle birlikte isterim. Teşvik edilmesine can-ı gönülden katılırım. Binlerce Türk müteşebbisi Romanya’ ya, Bulgaristan’ a ve Türk Cumhuriyetleri' ne, makine parklarını götürmek pahasına kaçmadı mı? Netice:
Memleketimizde işsizlerin oranının artması; işsiz ordusunun mutsuzluklarla sıkıntıya düşmesi olmadı mı?
Tatbikatta kaç müessesemizi, ceketini alarak gelen patronlara teslim ettiğimizi görmüyor musunuz? Bir tek çöp ilave etmeden; bir tek yatırım yapmadan, kurumlarımızı ele geçirenleri görmüyor musunuz? 68 kuşağı olarak nelere itiraz edip; meydanları doldurduğumuzu hatırlıyorum da. “Nerede bu gençlik? Nerede bu memleket seven sağcısı ile, solcusu ile meydanları dolduran şuurlu kalabalıklar? Nerede?” diyorum ve üzülüyorum. O günlerin yanlışlarını yapmadan,
(özellikle belirtiyorum. Herkesin kendisi olarak ortaya çıkması; ideolojik yanlışlara kapılmadan, karşıt olanlarla çatışmadan, meydanları doldurmalarını kastediyorum)
ideolojik saplantılara kapılmadan, sizler de meydanları, haklı olduğunuz tüm memleket meselelerini görüşmek, tartışmak üzere, doldurunuz lütfen! Bu müesseselerin peşine düşünüz lütfen! Yabancılarca ele geçirilenleri, Sayın iktidar sahipleri ve bu memlekete sahip çıkma durumundaki herkes, geri alınız lütfen! Hiçbir memlekette özelleştirme, memleketimizdeki gibi değildir. Lütfen dikkat ediniz!
Yerli malı kullanmanın gerekliliğini izah etmemizin dahi lüzumsuz olduğunu düşünenlerdenim. Zira dünya küreselleşerek(globalleşerek), bir kısım insan gruplarının dünyaya hakim olmalarının söz konusu olduğu günümüzde, her milletin kendi benliklerini, maddi ve manevi değerlerini, her konuda, her sanayi dalında yerli üretimlerini koruma gayreti içerisine bir fazla girmeleri gerekmektedir. Bu bir zorunluluktur. Aksini düşünmek gerçekten, yaşamayı hak etmediğiniz anlamını çıkarmaya kadar gidebilecek düşüncelere neden olabilir. Zira küreselleşme sonucu bir grup insanların hakimiyeti başladığında, geriye dönüşü olmayan yola girildiği, kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Bu durumda iş işten geçmiş olacaktır. Küreselleşmenin yaşandığı ülkelerde örnekleri görülmektedir. Yabancı sermaye olarak girenlerin patron; ülkenin asli unsurları olan yerli halkın, boğaz tokluğuna çalışan; hatta, daha ileri giderek söyleyelim, köle gibi çalışan insanlar, olmaları kaçınılmazdır. Örnekleri Haiti’de, Tahiti’de görülmekte, televizyonlarda, bu memleketleri görmüş olan aklı eren kimselerin söyledikleri gibi, yerli halkın lüks otellerde vs. de boğaz tokluğuna çalıştıkları ifade edilmektedir.
Bu memleketin kaybedilmesinde, herkesin, her kesimin payı var demektir. Hiç kimse “ben şu olumlu hareketleri yaptım. Ben de suç yok” diyemez. Dememesi gerekir. Bir suç varsa; yapılan yanlışlar varsa, hepimiz suçluyuz demektir. Lütfen sen ben kavgasını bitiriniz. Memleket meselelerini çözmek pek zor şeyler değildir. Lütfen, sizi sevmeyen kıyamete kadar da sevemeyecek olan ülkeleri dost bilmeyiniz. Karşılıklı anlaşınız, ancak kolunuzu kaptırmayınız. Tavizsiz çalışacak iktidarları milletimiz özledi. Kim olursan ol! Memleketine sahip çık. Memleketin elden gittiğinde, memlekete gelenler, o ya da şu demeyecektir. Hainlik edip; bu memleketi arkasından vuranları da dahil olmak üzere, temizleyecektir ki, diyet vereceği kimse de kalmasın.
Yerli malı kullanmanın bu kadar önemli olduğunu düşünmüyorsanız; artık düşünmeye başlayınız. Zira:
“Neticesi, yok olmaya gidecek olayların başlaması olacak olan hareketlerden, vazgeçemeyen milletler; o neticelere katlanmak durumunda kalacaklardır.” (is)
Görmüyor musunuz, milletin fertleri ne kadar garabet(tuhaflık/ gariplik) varsa yapmaktadır. Gençlerden, bilmem hangi memleket düşmanları, göğüslerinde o memleketin amblemleri, çeşitli eyaletlerinin üniversite reklamları ile gezmektedir. Meydanlarda söylemi başka, tatbikatta, yaşantısında yaptıkları başkadır.
Bu ne? Perhiz. Bu ne? Lahana turşusu.
Sevgili Gençler!
Bu kadar garabet içinden lütfen çıkınız! Kendiniz gibi olunuz. Zarar etmezsiniz. Zira başkalarının reklamlarını bedava yaptığınızın farkında nasıl olmazsınız? “Ben düşman ilan ettiğim memleketin, her konuda göğsümde reklamını yaparım” derseniz; bu ne kadar doğru bir ifadedir? Ne kadar mantıklıdır? Bu ifade gelişmiş, şahsiyet kazanmış olan bir gencimize ne kadar yakışmaktadır? Lütfen başınızı önünüze koyunuz. Düşününüz ve “Eyvah! Ben ne yapıyorum?” deme şansına, iş işten geçmeden, ulaşınız lütfen!
Netice olarak, “yerli malı yurdun malı; herkes bunu kullanmalı” sloganıyla, kendini bulmuş insanlarımızın çığ gibi büyüdüğü günlere ulaşmak temennilerimle…
Saygılarımla…14.10.2008- 15:16