ÖZELLEŞTİRMELER
Özelleştirmeler kampanya düzenlenircesine devam edip gidiyor. Bu millet de giden kurumların arkasından bakıyor. Ne olacak sorusunu herkes soruyor. Ne olacak halimiz diyenler, sohbet toplantılarını, misafirliklerini bu sohbetlerle geçiriyorlar ve evlerine döndüklerinde, bu konuşulanlar ziyaret mahallerinde kalmış olarak tarihlere geçiyor. Neticesi nedir bu işlerin. Neticesi yok ki!
Herkesin bildiği mirasyediler vardır. Dededen/ babadan kalma mallarını yerler, durmadan harcamalar yaparak, ellerinde bulunan tüm malları sanki hiç bitmeyecekmiş gibi harcarlar; geriye döndüklerinde arkalarında süratle tüketilmiş mal bıraktıklarının bilincine o zaman varırlar. Ancak geriye dönüp bakmaları, genel olarak, miras bırakılan para ve menkul/ gayrimenkul malların tükendiği zamana rastlar. Ahlarla, vahlarla geçecek günlerin geldiği o zaman anlaşılır. Bu mirasyedi kimselerin sonunda ellerinde kalacak olan, yalnızlık ve mutsuzluklarla geçecek günler olacaktır.
Özelleştirmelerden yana olabiliriz. “Sen idare edemiyorsan, idare eden bulunur.” diyebiliriz. Bu kadar sermayenin atıl bırakılması, hiçbir zaman, hiçbir şartta makul karşılanamaz. “İdare edemiyorsan, ver idare edene, istihdam devam etsin; devletin alacağı vergi gelirleri kesilmesin, o bölgedeki işsizlere yenileri eklenmesin” diyebiliriz.
İnsanların ekmek tekneleri körelmesin, yok olmasın. Doğrudur. Bu nedenlerle özelleştirme yapılabilir. Yapılmalıdır da. Bu düşünce ile özelleştirmeleri normal kabul etmeli ve desteklemeliyiz.
Bozulmuş, dejenere olmuş devlet elindeki teşekküllerin özelleştirilmesi ile, özel girişimciliğin devreye girmesi ve işletmelerin gereği gibi idare edilmemesi hususunda söylenecek çok fazla söz bulunmamaktadır. Zaten “devlet iyi bir patron değildir.” Sözü herkesçe söylenmektedir. Neden herkes bu kanaate varmıştır? Çok açık. Bu tüm dünya devletlerinde de böyledir. Devlet iyi bir patron olamaz. Devleti koruyorum dese, çalışanlarına faydası dokunamaz. Çalışanımı koruyorum dese, devletin menfaatlerini haleldar etmek durumunda kalır. Bir de üzerine tuz biber ekercesine siyaseten makam peşinde koşanlar faktörü ele alındığında, işler tümden sarpa sarar. O halde ne yapılmalıdır? Devlet patronluktan çekilmeli, patronları ve çalışanları kontrol eden mekanizma olmalıdır. Devlet “baba” olmalıdır. Sağlığı bozulana hastane yapıp; işletmesini kendi insanlarına, profesyonel yöneticilerine bırakmalıdır. Devlet hastane müdürlüğüne soyunursa, bugünkü dejenerasyon görüntüleri bulunan müesseselere benzemekten kurtulamaz.
Bir zamanlar Türkiye Süt Endüstrisi Kurumumuz vardı. Özelleştirildi. Şimdi devletin elinde bulunan hiçbir süt üretim fabrikası bulunmamaktadır. Evet! Devlet fabrikaları olarak süt fabrikalarının varlıkları dahi, bölgedeki mandıra sahiplerinin, hizaya gelmeleri, üreticiye gereği gibi süt fiyatı verebilmelerini sağlama açısından önemliydi. Çalışmasa da önemli değildi. Yeter ki, devletin süt fabrikası o bölgede kurulmuş olsun. Yeterliydi. Bunu yaşadık. Süt alımına henüz başlamamış bir devlet fabrikasının varlığı sonucu, o bölgede süt fiyatlarını, çoğunlukla tek başlarına tespit eden mandıracıların, devletin süt fabrikası henüz kurulma çalışmaları sürerken, bir önceki seneye göre % 100’den fazla artırmış olmalarını, bu şartların oluşmadığı yörelerde görmek mümkün değildi. Tarih de yazmamıştır. Ancak devletin süt fabrikası açılacak düşüncesi ile süt fiyatlarının bir önceki seneye göre % 100’den fazla tespit edilmiş olmasına, bizzat işletmeci olarak şahit oldum.
Her şeye rağmen ve bu tür faydaları yanında yönetim hatalarından dolayı durmadan zarar eden fabrikaların devletin sırtında yük olması da, hiçbir zaman kabul edilemez. İşte bu tespit neticesidir ki, süt fabrikalarının özelleştirilmesi ile, devletin sırtından yükünün kaldırılması şart olmuştur. Bunu rahatlıkla ve vicdan huzuru içerisinde yazarken, özelleştirilme zamanına denk gelen dönemde, fabrikaların dost işi verilmesi(satılan fabrikaların satış fiyatlarının tespit edilmelerinde kendini göstermektedir) özelleştirmenin suyunu çıkarmıştır. Şehrin en değerli yerinde arazisi olan süt fabrikasını kim çalıştırır. Kur binaları, alışveriş merkezlerini, olmadı parselle sat. Keyif çat. Oh ne ala! Belli kişilerin hatırına verilen bu fabrikaların siyasi yönden dağıtımları yapıldı tespitleri, o zamanlar gazetelerin manşetlerindeydi.
Sütü tencerede görmüş insanların süt fabrikası sahibi olmaları yanlıştı. Zamanın siyasilerince bu yanlış yapıldı. Bırakınız bunları, şartnamede % 10’luk ceza getirerek süt fabrikalarının kapatılmalarına zemin hazırlandı. Fiyatları zaten düşük tutulmuş olan fabrikaların, kapatılmamaları için % 10’luk cezalar devede kulak bile değildi. Nitekim öyle de oldu. “Bu durumda yapılması gereken neydi?” sorusuna cevap olarak, şartnamelere konulacak şu cümleler vasıtası ile, şu an’a kadar hiçbir fabrika devre dışı kalmamış olacaktı, diyebiliriz. Süt sanayinin bu kuruluşları "hak ile yeksan" olmayacaklardı. Şartnamelerde bulunması gerekli şartları sıralayalım:
1-) Fabrikaların süt alım ve süt ürünleri üretimleri aksatılmadan devam ettirilecektir. Çevrede süt potansiyelinin artırılması için yatırımlar yapılacaktır.
2-) Süt fabrikalarını çalıştırmayan alıcılardan, fabrikalar, hiçbir tazminat ödenmeden geri alınacaktır.
3-) Süt fabrikalarının gayeleri ötesinde farklı faaliyetlerde bulunmaları durumunda, devlet bu fabrikalara el koyacaktır. Hiçbir tazminat ödenmeyecektir.
4-) Satılan fabrikaların toprakları devletin mülküdür. Alıcı bu topraklar üzerinde kullanıcı durumundadır.
Şartnamelerde bu maddeler bulunmadığından; bu durumu, fabrikaları alanların da çok iyi bilmeleri sonucu, şu anda çalışan TSEK fabrikalarının faaliyette olanları parmaklarımızın sayısına, belki daha aşağı sayılara inmiş bulunmaktadır.
Saygılarımla... (23.07.1999- 15:15)